Son zamanlarda Türkiye'nin gündemine oturan liseli Azra'nın, kendisine cinsel tacizde bulunan bir kişiyi öldürmesi vakası, ülke genelinde büyük bir tartışma yarattı. Genç yaşta yaşadığı bu travmatik olayın ardından, Azra'nın yargılanma süreci ve ortaya çıkan hukuki sonuçlar, pek çok kesimin dikkatini çekti. Bugün itibarıyla Azra hakkında alınan son kararla birlikte, kadına yönelik şiddet ve cinsiyet eşitliği konularında tartışmalar yeniden alevlendi.
Azra'nın hikayesi, 2021 yılında başladı. 17 yaşındaki Azra, yaşadığı mahallede sürekli olarak cinsel tacize uğradı. Olayların peş peşe gelmesi sonucunda, Azra bir akşam kendisine saldıran tacizcisini bir bıçakla yaraladı ve sonuç olarak ölümüne sebep oldu. Bu olay, medyada geniş yer bulmuş ve pek çok tartışmayı beraberinde getirmişti. Genç kız, işlemiş olduğu suç sebebiyle tutuklandı fakat toplumsal destek, onu yalnız bırakmadı. Kadın hakları savunucuları, Azra'nın yaşadığı olayları örnek göstererek ‘bunu benim başıma da gelebilir’ düşüncesiyle bir araya geldi.
Mahkeme süreci, Azra'nın kendisini savunduğu ve olayın sebeplerini anlattığı bir dizi duruşma ile devam etti. Bu süreçte, Azra'nın avukatları, müvekkillerinin yaşadığı travmanın ve karşılaştığı tehlikenin ağırlığına vurgu yaparak, olayın cinsel saldırı suçlarına yakın bir bağlamda yorumlanması gerektiğini savundular. Duruşmalar sırasında, birçok kadın hakları savunucusu ve destek grupları, genç kızın yönünü desteklemek için mahkeme önlerinde toplandı. Onlarca kişi, ‘Adalet Azra için’ yazılı pankartlar açarak, Ezgi'nin yaşadığı cinsel saldırıların ciddiyetine dikkat çekmeyi amaçladılar.
Beklenen mahkeme kararı sonunda geldi. Azra'nın cinayetle yargılanmasının üzerinden yaklaşık altı ay geçtikten sonra, mahkeme; genç kızın olay sırasında kendini savunma hakkını göz önünde bulundurarak, 'meşru müdafaa' kapsamında beraat kararı verdi. Bu karar hem Azra'nın hem de onun yanındaki pek çok insanın yüreğine su serpti. Ancak, toplumda bu kararın yeterliliği konusunda tartışmalar devam ediyor. Bazı kesimler, yasa yapıcıların, kadınlara karşı daha somut yasalar çıkarması gerektiğini savunuyorlar. Azra'nın davası, kadınların şiddete, cinsel tacizlere karşı kendilerini koruma haklarını sorgulatan bir dönüm noktası oldu.
Bu olay, sadece Azra'nın değil, aslında tüm genç kadınların haklarının, hayatlarının ne kadar korunmasız olduğunu gözler önüne serdi. Geçmişte olduğu gibi bugün de, kadınların karşılaştığı cinsiyet temelli şiddetler, toplumun temel sorunlarından biri olarak kabul ediliyor. Uzmanlar, kadına yönelik şiddetin toplumda büyük bir sorun olduğunu ve çözülmediği sürece, bu tür vakaların her zaman yaşanabileceği konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Üstelik son dönemde artan kadın cinayetleri, toplumsal bilincin bir an önce bu konuda haklar üzerinden oluşması gerektiğini açıkça gösteriyor.
Azra'nın davası sadece bir bireyin öyküsü değil; binlerce kadının yaşadığı bir gerçekliğin yansıması durumuna geldi. Genç kızın hikayesi, görünürde bir cinayet davası iken aslında toplumun genelinde var olan cinsiyet eşitsizliği ve kadın hakları mücadelesinin bir parçası haline geldi. Kadınlar, yaşamları boyunca devam eden güvensizlik duygusuyla bir ömür geçirmek istemiyorlar ve bu konuda bir değişiklik olmasını bekliyorlar.
Sonuç olarak, Azra'nın yaşadığı olay ve sonrasında verilen mahkeme kararı, toplumun cinsiyet eşitliği konusunda daha fazla mücadele etmesi gerektiği inancını pekiştirdi. Bu tür vakaların bir daha yaşanmaması adına hepimizin üzerine düşen sorumluluklar bulunuyor. Uygulanan yasaların gözden geçirilmesi, gerektiğinde yeniden düzenlenmesi ve toplumsal bilinçlenmenin artırılması, bu sorunun çözümünde önemli adımlar olacaktır.